Her gün aynı soruyu soruyoruz: “Nasılsın?” ve hemen hemen herkes aynı cevabı veriyor: “Yoğun!” ya da “Yorgun…” Peki, neden hepimiz bu kadar yorgunuz? Çalışmaktan, koşuşturmaktan ve sürekli bir şeyleri yetiştirme telaşından yoruluyoruz, ama asıl yorulma sebebimiz başka bir yerde olabilir: Sürekli mutluluğun peşinde koşuyoruz.
Mutluluk, günümüzde bir hedef haline geldi. Reklamlar, sosyal medya, motivasyon konuşmaları… Hepsi bize, “Daha iyi olabilirsin, daha mutlu olabilirsin!” diyor. Ama bu söylemler aslında bir yarış başlatıyor. “Henüz mutlu değilim, demek ki bir şeyleri eksik yapıyorum” hissi, bizi hem zihinsel hem de duygusal olarak tüketiyor.
Mutluluk bir varış noktası değil. Bugün aldığınız bir ödül, tatil için gittiğiniz bir yer ya da yeni satın aldığınız bir şey sizi bir süre mutlu eder, ama ardından tekrar aynı döngüye dönersiniz. Çünkü gerçek mutluluk bir hedef değil; yaşadığınız anların içindeki küçük detaylardadır.
Bir çocuğun gülümsemesi, sevdiklerinizle paylaştığınız bir kahve, akşamüstü rüzgarında yaptığınız kısa bir yürüyüş… Bu anları fark etmek ve onların değerini bilmek, belki de yorgunluğunuzu hafifletebilir.
Belki de yapmamız gereken tek şey biraz yavaşlamak. O çok sevdiğiniz diziyi izlerken aynı anda telefon ekranına bakmak yerine sadece diziyi izlemek… Yemek yerken hızlıca değil, tadına vararak yemek… Bir arkadaşı ararken sadece onun sesini dinlemek…
Kendimize bir mola vermeyi öğrenmeliyiz. Hayatın hızına yetişmeye çalışırken, aslında hayatı kaçırıyoruz. Mutluluğun bir hedef değil, yolculuğun kendisi olduğunu anlamamız gerekiyor.
Bir düşünün: Son bir haftada gerçekten keyif aldığınız bir an oldu mu? Cevap “Evet” ise, ne mutlu! Ama “Hayır” diyorsanız, belki de şu anda bir şeyleri değiştirmenin zamanı gelmiştir. Hayatı hissetmek, belki de mutluluğun ta kendisidir.
Unutmayın, hayatı anlamlı kılan şey büyük başarılar ya da büyük mutluluklar değil; küçük, sıradan ama içten gelen anlardır.