Geçmişte, çok az da olsa, gıda ürünlerinde zirai ilaç yok denecek kadar azdı ve dikkate bile alınmazdı. Köylümüz, kendi imkânları ve geçmişten gelen adet ve yetiştirme şekilleriyle üretimlerini yapardı. Toplum, sıkıntısız ve sorunsuz bir şekilde, gerçek lezzetin tadına varırdı.
Peki, şimdi ne oldu?
İhanet çemberi içine girdik. Üretici, “Aman pazarı kaçırmayalım, piyasaya erken sunalım” hesabıyla, ilaç veriyor, tabiri caizse zehiri… Bir hafta geçmeden olgunlaşsın, sür piyasaya! Gün geçmesin ki ülkeler, ithal ettikleri tahıl, sebze ve baklagilleri ülkemize geri göndermesinler.
Düşünsene, Afrika kıtasından Tunus bile, ülkesine ithal edilen patatesleri geri iade etmiş, vatandaşının zehir içeriği yüklü tahıl ürünlerinden zarar görmemesi için. Biz ne yapıyoruz? Geri döneni, toptancıya veriyor ve ülke genelinde piyasaya sürüyoruz. Cezai işlem sıfır!
Hani hep deriz ya, “Bize bir şey olmaz.” Acaba? Hele bir gidip hastanelerde onkoloji servislerine bakın, yaşadığınız şehirde göremediğimiz dostlar mı? Kimler, kimler tedavi için sıra bekliyor. Şaşkınlık içinde kalırsınız.
Neden böyle olduk? Hep derim: Para oyunu bozuyor, fakat bu kadar da bozmaması lazım. Köyde komşu teyzenin dediği gibi:
“Abe evladım, biz o üzümleri yemeyiz. Neden dersen? Onlar üzüm değil, zehir! Zehir! Ha zehir içmişsin, ha o üzümü yemişsin.”
Görünen o ki, ülkede ata tohumu kalmadı; ne tahıl, ne sebze, ne de meyve. Bence tek yapılması gereken, öze dönüp, gelecek sağlıklı nesiller için, zehirlerden arındırılmış ülke toprakları bırakmaktır. Boynumuzun borcudur.
Sağlıcakla kalın.